Doğaüstü Antilop İç Gücü

Kimse benim gibi yapmazdı ama herkes onun gibi yapardı. Güçsüz değil, güçsüzlüğünden hiç değil. Bildiği kuralları vardı. Haklıydı, dünyada sevmemek diye bir şey zaten vardı, hakkını verdi, savundu, bunu başardı çünkü o. Benim savaşım farklıydı ve sanırım yenildiğim şey; yendiğim bir şeydi. Hatta inadına yapardı ya insan, tam olarak kendi için yaptığı her şey gibi olsun diye yapar; gururlanırdı.. O yaptı. Sevgisizliğin kötülük sanıldığı dünyada bunu gösterdi, becerebildi. Ben buna içerlemeyi geçtim, yani acıdan geçtim, yani hayallerden geçtim. Ama onun hayatı, hata sandığım şeyleri çoktan öğütmüştü, çünkü herkes yapardı. Tam olarak düşündüğüm kadardı; yani her şey benim düşündüğümün ta kendisiydi ve bunu bana o söyleyip gitti. Kendi bildiği her şeyi benim anlamamı bekledi ve anladığım anda, anlattığı anda gitti.

Ağlattığı anda az biraz da olsa bir kuru gözyaşına kanmayan adamlar olduğunu bildim. Sevmediği zaman bir adam nasıl zafer kazanmış olur gördüm. Kızdığı anda öfkesinin kendine olduğunu anladım, ama ben elimi tuttuğu andaki anları bir kez olsun unutmadım. Ben yanında yürüdüğüm her anı bilgelikmiş sandım. Benimki sevgisizlik cehaletiymiş, neyse onu da yeni anladım. O kendinde buna cesaret edebilecek gücü bulamasa da bana söyletip gitti. Unutmak için dönmedi; sevmeye yeltenmeyecek kadar kibirli olması gibi. İnsan ülkesiz bile yaşayamıyor; sevdiğinden. Neden her şeyin sonu ve başı sevgiden? “Başıma gelecekleri ben yazmıştım. Olayı da ben çözmüştüm. Onu ben göndermiştim.” Bu bana değil, ona yakışandı ve ben bunu bana değil başkasına yapsa gene aynı hisseder gene dert eder gene ağlardım. Neden? Çünkü gene sevgiden! Sevginin gözü çıksın. Sevginin ölmesi için bir büyü yapılsın ve sevmemek dünyaya yayılıp önce bu adam tanrı olsun. Ve sonra ben öleyim, doğaüstü gücüm masal kalsın.

Ve sanırım aşk her şeyi görmeyi engelleyen kocaman bir karanlıkmış da ortasında avazım çıktığı kadar boşa bağırmışım. Ortadan kaybolduğunda yüreğim gitmişti kabul, fakat gördüğüm her an ellerimi uzatıp saçlarını sevebilirdim; bu daha yıkıcı. Bunu düşünüp durdum şimdi. Aslında tek bilmediğim beni kırmak istemediği için sevgi göstermiş ama uygulamaya almamıştı. Yani teori harikaydı ama olması imkânsızdı; pratikte bir sorun bile yoktu. Savaşımızı vermiştik. Ben teori kurbanıyım. Yani ben olsam şimdi yapar mıyım böyle? Yapmam. Çünkü bizim doğaüstü güçlerimiz yok ama doğaüstü bir içimiz var. Öyle değişik ki sevebilmeyi kutsal sayan fikrimiz çoğu zaman seçerken dâhil olduğu her şeye son noktayı koyuyor, sahipleniyor, benimsiyor, eylem gibi. Canlı bomba gibi ve bu kimi zaman insanın canında patlıyor. Ve sanırım bunca gürültü, uğraşlar, çalışmalar, günlük hayat, geçim derdi, çocuk bezi, yemekti, alışverişti; midem gaz yaptı bir soda içeyim geçer derken içinde dönüp durduğumuz kazanın duygularımızı altüst edecek şekilde güçlü olduğunu anlıyorum. (Sürekli soda içen bir adamı sevemezsiniz. Anlatabiliyor muyum?) Hiç kaybetmeyi istemediklerimi bir bir uzaklaştırdığımda kendimden, fark ettim çoğu şey evrim gibiydi. Uzaklaştırdım sandım. Çünkü adam belki değişiyordu, ama sevgisizliği değişmiyordu. Göç eden antilopların sürüsünü koruma içgüdüsü yoktu adamda ama hep ot yiyor gibiydi. Fakat ben değişiyordum. Hiç bilmediğim şeyleri öğrenmeyi seviyordum. İnsanların yüzünde görmek istediğim, aradığım tebessümü görünce büyüyordum. Sarsak bir çiçek gibi, sanırım gitgide ananemin yetiştirdiği menekşeler kıvamına gelmiştim. Aslında ben o yüzü istiyordum da sanırım söyleyemiyordum kendime. Ben şu yaşımın en tek düze anlarını derin sularda yüzermiş gibi geçiyordum. Ama balık hafızam yoktu. Suyun altında alamadığım nefesi tutmak istiyordum, balık değildim. Suyun altında duymak istiyordum. Bunu öğrenmeyi istiyordum. Balıklar duyar mı bilmiyordum.

Ben çok seviyordum sürekli. Balıkları da. Antilopları da. Ben hep seviyordum. Ben kendime değen her gözü, her yüzü, elbiseyi, kokuyu sevebiliyordum. Aslan filan hak getire. Ben kokuyu hiç unutmuyordum. Sorun o değildi, ben avımdan uzak değil; yakındım. Doğaüstü içim bildiği tüm kuralları bir kenara koyup olduğu yerde kendine bakınca gördüğü şeyi tanımlayamıyordu, her şey bilmediğimdendi ve öğrendiğim her şey benimdi. Bu güzeldi; olumlu veya olumsuz her şey benimdi. Sevilmemek, âşık olduğunuz adamın sizi sevmemesiydi. Çünkü anneniz küsse de sever, babanız sevmese de babanızdır. Buna değişim süreci, evrim diyebilir miyiz bilmiyorum, çünkü antiloplar efendi hayvanlardır. Bu olası şey yıkım gibi, üstelik bu sana “Sen yemek yapamazsın, git!“ demek, bu sana “Sen çocuk yapamazsın, git!” demek, “Anne olamazsın!” demek. Hatta “Git bana bir soda kap.” demek. Hayatınızda bir kere bulduğunuzu sandığınız duygunun kurgulu yaratıcısı, tek kişilik kadrosuyla tek başına, ki yakındalığınızı ona sevdiremiyorsunuz. Bu iyilik gibi olan sevgi hürmetim bunu bildiğimden beri lanete dönüştü. Beni içine hapsetti ve dünyanın durduğunu sandım.

Sudaki mantar kapmış balıktım. Bir dalgalıydım; duruldum. Aslında bunu onun için hissetmiş olabilmeyi dilerdim. Çünkü gitmişti, bitmişti, dinmişti ve ben de duracak değildim ama bir şartım filan yoktu, antilop hiç yememiştim, bir umudum var mıydı bilmiyorum. Soda içmeyi sevmiyordum. Yani insan böyle şeyleri sevemez. Bir insanı sever, sodayı sevse gerek yok üstelik. Sonra her şey bir sabahın köründe gülen bir bebek gibi özlem dolu olabilirdi. Bu onun olabilirdi. Ben mutlu olabilirdim. Olmalıydım; sebeplerim vardı. Benim öğrenmek için delirdiğim dünya kocamandı ve içimde doğaüstü bir güç vardı. Bu doğaüstü gücümle sonsuza kadar balık olabilirdim, berrak bir şeyler arardım en azından.

Uslu olursam büyürdüm. Aslan olabilirdim, savunduğum bir yaşama alanım olurdu. Sanırım yapacak şey olmadığından ve yapamadığımdan, gidemediğimden, beceremediğimden, antilopların liderini bir gün bile yağmur düşmemiş kurak, uzun otlakların arasından izleyebilirdim gün boyu. Ben savaşta ne taraftaydım bilmiyorum. Kokuyu unutmuyordum. Bu halimle zaten yenilmiştim. Antiloplar olaya nereden dâhil oldu bilmiyorum. Kendimi aslan gibi gördüğüm kesin. Çok az bir his; buna küpe arkasının kaybolması da diyebiliriz, en sevdiğimiz pijamamızın annemiz tarafından toz bezi yapılması da. Buna çok şey diyebiliriz, güçler çatışması da diyebiliriz, felaket şeyler diyebiliriz, ama özet geç diyemeyiz. Çünkü benim her sözümü minnetten sayan bir adama bir şey anlatmışlığım hiç olmamıştır, yalnızlık telaşı bu da, özensiz bir duygu, duyu yok, duygular var da karmaşık. Zaten belgeseller karmaşık olur. Üstüne soda içecek okuyanım hiç olmayacak belki. Gülecek, sevinecek, üzülecek; okuyan olmayacaktır da. O da belki. İşte ben sebeplerin sebeplerime uymamasını anlıyorum da, kuralları kuralsızlığıma denk getiremiyorum. Aklımda bir şey kalmıyor. (Antiloplar hariç.)

Bu su gibi geçen yazı bir su güncesi olarak; antilop adamların, hayatımıza kattıkları yaratıcılığı olamayan denemeler sürecini bize anlatıyor. Gülmeyeceğim, çok gülersem kusuyorum. Midem bulanınca kendime üzülüyorum. Kusmayı sevmiyorum.

~ tarafından aracilar 18 Nisan 2011.

Yorum bırakın